GÜNEY AZERBAYCAN'DA DİN
-------------------------------------------------------------------------------
Tebliğimizin adı "Güney Azerbaycan'da Din" olmakla beraber, şüphe yok ki, biz bu tebliğimizle hiçbir komşumuzun iç meselelerine karışmak gibi bir niyet taşımıyoruz. Tamamen objektif olmaya çalıştığımız tebliğ metnimizde geçen bazı terim ve tanımlar, tartıştığımız konunun açıklık kazanması için zaruretten seçilmiştir.
Biz bu tebliğimizde, 11 ve 22 Kasım 1996 tarihleri arasında davetlisi bulunduğumuz, Ehl-Beyt Kültürünü Yaşatma Müessesesi'nin görmemizi sağladıkları, Tahran, Kum, Isfahan, Nişabur, Meşhed, Tus ve Tebriz gibi şehirler ile, ziyaret imkanı temin edilen, Ehl-Beyt Kültürünü Yaşatma Müessesesinin bünyesindeki bazı kuruluşlarla diğer bazı müesseseleri anlatacağız. Bu kurumların tebliğ konumuzla ilintisine değineceğiz. İslam ülkeleri olarak, İslam kültür ve medeniyetine, katkısı olabileceğini düşündüğümüz bazı fikirlerimizi arzedeceğiz. Bu noktada, gözleme dayalı aktarmalarımız itibariyle, güney Azerbaycan coğrafyası kapsamından, sadece Tedris'i görme imkanı bulabildiğimizi tekrar belirtelim.
Saniyen, şunu da belirteyim, nazik daveti yapan kuruluş, gösterdiği samimi ev sahipliği ile, incelememizin gönlümüzce olması için, gereken hiçbir özveriden kaçınmamıştır. Müessesenin Caferi dünyasındaki ikinci ve İran genelindeki birinci ismi olan Sayın Seyit Cevat Şehristani beye teşekkür ediyorum.
Aktaracağım bilgilerdeki muhtemel eksiklikler; İran'a ilk defa gidişimizden, İran'a gitmeden evvel İran hakkında araştırma konumuz itibariyle yeterli önbilgi edinebilme imkanı bulamayışımızdan, ihtisas alanımız olan halk inançları konusu ile, davet amacımızın pek fazla uymayışı, davet olunan heyetteki arkadaşlarının farklı ilgi alanlarımızın oluşu (dinler tarihçisi, din etnoloğu, din psikoloğu ve din sosyoloğu) ve nihayet, 10-11 gün gibi kısa sayılabilecek bir zaman diliminde birbirinden çok uzak 6-7 şehre gitmeyi sığdırmak isteyişimizdendir.
Bütün bunlara rağmen, çok yararlı bir seyahat olduğunu yorgunluğumuza değindiğini belirtmek istiyorum. Daveti yapan kuruluşa tekrar teşekkür ediyorum.
Anlatacaklarımızla yakından ilgili olduğu için, davet edilişimizin şeklinden de bahsetmek istiyorum.
Dr. Abdülkadir Sezgin, Cilt 2, Sayı 3, 1995 tarihli Avrasya Dosyası Dergisinde "Azerbaycan-Irak-Irak Türkmenistan ve Türkiye Hattında Din Birliği Yahut İslam'ın Meseleleri" isimli bir makale neşretmiştir. Yazar, makalesinde mealen; Türkiye ve İran gibi, dost ve komşu iki ülkenin dini eğitim kurumlarını ele alıp, Türkiye'deki Caferi inançlı Müslümanların din eğitimi olmak üzere, Kum-İran'a gittiklerini, Kum'daki dini eğitim veren kurumlarda Caferi inançlı cemaatın, başka bir eğitim imkanından istifade ile Caferi akaidini bilen din görevlisi yetiştiremediklerini belirtmiştir. Yazar, çözüm olarak da, Türkiye'deki mevcut dini eğitim veren müesseseleri bu ihtiyaca cevap verebilecek şekle getirmeyi önermektedir. Ayrıca, yazısında İran, Türkiye'deki Caferi inançlı gençlere din eğitimi verebilirken, İran'daki Sünni inançlı Türklere de din adamı ihtiyacını karşılamak için, Türkiye'nin dini eğitim verebileceği üzerinde durmuştur.
Bu makaledeki mesajdan hareketle Ehl-i Beyt Kültürünü Yaşatma Müessesesi, İran'da sadece Caferi din adamı değil, Sünni mezhepliler için de din görevlisi eğitimi verildiğini belirterek yerinde inceleme yapmak üzere bizleri davet ettiler. Bizler; her ne kadar çok şey görüp çok bilgi edindi isek de, anılan türden bir kuruluş göremedik. Tabii ki, bunda özel bir maksat aramıyoruz.
Konumuza dönmek gerekir ise, İran'da görüştüğümüz çevreler ki, bunlar medrese ve üniversite çevresinden aydınlardı. Bize iki önemli mesaj veriyorlardı.
Bunlar;
1. Siz, bizi sizin gözünüzle görün tanıyın. Bizi, başkalarının açısından görerek tanımayın. Bizzat gözleyin inceleyin. Bize de sizi bizzat müşaade etmeniz için imkan tanıyın. Bu ortamı, sık sık gidip gelmeler, görüş görüşüp tanışarak sağlayabiliriz.
2. İslam aleminin beyin gücü ile İslam medeniyetini yeniden çağın en güçlü medeniyeti durumuna getirmeliyiz. Ortak bilgi, belge ve kuruluşları harekete getirerek bu hedefe ulaşılması sağlanılabilir.
Bu iki mesajdan birincisi için şunu rahatlıkla söyleyebilirim. İran'a gitmeden evvel İran'la ilgili olumlu ve olumsuz bilgilerim, İran'da gördüklerimden sonra, bana Türk aydınının İran'ı tanımadığımızı göstermiştir.
Uzun yıllar, bir uygulama biçimi olarak komünizmle ilgilendim. SSCB yıkıldıktan sonra Türk cumhuriyetlerinde inceleme imkanları buldum. Bu rejim itibariyle de, bu ülkeleri gerçeklerine uygun bir biçimde tanımadığımızı müşahade ettim. Biz gerçeği değil, bu ülkelerde de, bize gösterileni görebilmekle yetinmiştik.
Bu münasebetle şunu söyleyebilirim ki, Türk aydını, muhtelif siyasi fikir kesimlerimizin tümü itibariyle İran'ı tanımıyoruz. Bu ifademle İran'ı iyi veya kötü taraflarını sağlıklı bilmediğimizi kastetmiyorum. Kastettiğim; Türk aydını İran'daki müesseseleri, bunların temelindeki zihniyeti bilmemekteyiz. Bu bilgisizlik, İran'daki resmi ve ideolojik çarkların işleyişini bilemememiz sonucunu doğuruyor. Netice olarak bölgenin Türk ve Fars halklarının hatta umumi İslam'ın ve insanlığın yararına olabilecek hedeflerimiz için realist adımlar atamıyoruz. Bunun sonucu olarak da; bazen havanda su dövüyor, bazen gereksiz rekabet gerginlikleri yaşıyor, her defasında da bölge dışından güçlerin yararına adım atmış oluyoruz.
Tarafların birbirlerini aracısız tanıma imkanı bulması, en azından ilişkilerde yaşanabilecek muhtemel hatalar, tarafların kendi iradeleri ile yapacakları seçimden doğmuş olacak, üçüncü tarafın oyununa gelinmemiş olunacaktır.
Biz bu seyahatimizle; İran heyetlerinin Diyanet İşleri Başkanlığını ziyaret etmeleri, Anılan Başkanlığın İran''a temaslarda bulunması, daha sonra her iki ülkenin İran'da ortak kültürel faaliyetler göstermiş olmaları gibi temas zincirine bir halka eklemiş olduk.
İkinci mesaj olan, İslam medeniyetinin yeniden inşasında işbirliği yapılması konusuna gelince, tebliğimizin mahiyetini bu konu teşkil etmektedir. Bu şüphesiz apayrı bir konudur. Biz, laik Türkiye Cumhuriyeti ile İslam devleti olan İslam Cumhuriyeti'nin bu tarz bir işbirliğinin bize düşündürdüklerini, üç ayrı yazımızda ele almaya çalıştık.
Bu defa konu, Güney Azerbaycan'da Din olunca konuya bu noktadan bakmaya çalışacağız. Yani İslam medeniyetinin yeniden doruktaki çağını yaşayabilmek için özelde Güney Azerbaycan Türklüğü nasıl bir misyon yüklenebilir? İslam medeniyetini yeniden inşa için yola çıkan İran Caferi aydınından, İslam'ın büyük parçası olan Türklük adına neler beklenebilir.
Bilindiği gibi 5 milyar olan dünya nüfusunun 1 milyarı Müslüman iken, bu miktarın takriben 200-250 milyonu Müslüman Türk'tür. 1 milyar civarında olan dünya Müslümanlarının 100 milyon kadarı Caferi inançlı Müslüman iken, bu miktarın 45-55 milyonu Caferi Müslüman Türk'tür. 60 milyon civarındaki İran Caferi İslam'ının, 25-30 milyonu keza Caferi İslam Türk'tür. Buna göre; Dünya nüfusunun yüzde 2-2.5'u Türk, Dünya İslam nüfusunun yüzde 20-25 Türk, Dünya Caferi İslam nüfusunun yüzde 50'si Türk ve İran Caferi İslam nüfusunun keza yüzde 40'ı Türk'tür.
Buna göre, insanlığın, İslam'ın ve Caferi inançlığın bayrağını yükseltirken Türklüğü, bu arada Caferi Türklüğü gözardı edemeyiz.
Biz bu tebliğimizde, komşumuzun O'nun bu isimle anılan eyaletindeki halka, Güney Azerbaycan halkına hangi kültürel hakları verdiğini tartışacak değiliz. Böylesi bir tartışma, konunun dışına çıkmak olur ve ayrı bir konudur. Ayrı bir zeminin meselesidir. Hal bu olunca, biz öncelikli olarak bu bölge Türkleri'nin kültürel meselelerini değil, Tevhit inancı olarak, geniş anlamda İslam'ı yüceltmek için bu yola çıkan, İran'ın dinamiklerini harekete geçirirken, bu güçlerin önündeki tıkanıkları açma itibariyle Güney Azerbaycan objesi için neler söylenebileceğinin üzerinde durmaya çalışacağız.
Böyle bir konu, bu ortamın gündemine yaklaşır mı? Katılmakla onur duyduğumuz, Kutlu Doğum Haftasının 1997 sempozyumu, araştırma alanı olarak; "Türk Dünyası Dini Meseleleri" konusunu almış ise, Güney Azerbaycan" Türklüğünün dini problemleri de tartışılacaktır. Bölge Türklüğünün dini sorunları münasebetiyle nelerin üzerinde durabiliriz? Teizm ve İslamiyet'i tehdit eden unsurlar; Ladinik, kitap ehli olmayan dinler, semavi dinler arası mücadele, Ataist dönemin olumsuz izleri, Ekonomik ve sosyal imkansızlıklar sonucu İslam'ın gerektiği gibi anlaşılamaması gibi hususlar sayılabilir. Konumuzla bağlantılar isek; "Güney Azerbaycan" ve "din" konusu gündeme gelmiş iken; Türkiye'nin oradaki dindaş ve soydaşları için, Türk Dünyasının diğer kesimlerinde olduğu gibi, cami onarması veya Kur'an Kursu açması gibi girişimlerde bulunması beklenemezdi.
İran'da muhtelif dinlerden azınlıklar ve bu arada İslam mezheplerinden daha ziyade de Şii-Caferi mezheplerden kesimler var. Ancak bunlardan hangilerinden ne kadarı Güney Azerbaycan'da olduklarını inceleyemedik.
Bu tebliğimizde yer verememiş olmakla beraber, biz daha ziyade İslam Mezhepleri Arası Dialog Merkezinin alanına giren hususlar ile Caferi Türk halk inançları üzerinde çalıştık.
İran; yüzde 98'i ile İslam, yüzde 90'ı ile Caferi olan halkı ve dini müesseseleri ile İslam'ı yaşamaktadır. Ayrıca İran, İslam'ı, kendi yorumuna göre de olsa, model alarak yola çıkmış bir ülkedir. Bu modelin özünde Caferi İslam vardır. Biz İran Türkünün dini meselelerini tartışırken, İran'ın modelini kritik edemeyiz. Zira, bu modeli İran seçerken, bünyesindeki diğer etnik kesimler gibi, Türklerle birlikte seçmiştir. Aynı zamanda biz, İran halkının Caferi oluşundan hareketle de yola çıkarmayız. Zira, İran Türkü bilhassa Güney Azerbaycan Türkü tercihini büyük ölçüde Caferi inançlılıktan yana yapmıştır. Hal bu olunca İran'ın bu arada Güney Azerbaycan Caferi Türklüğünün, rejimini ve mezhebine saygılı olmak durumundayız.
Şu söylenebilir mi? Mezhebine ve siyasi İslam'ı rejim olarak seçişine saygı duyulan Güney Azerbaycan'ın Caferi Türkü, Caferi alemde ve İran Caferliliği içinde milli kimliğini de hatırda tutarak bir varlık göstersin, göstermelidir göstermesi hakkıdır.
Bizim bu tebliği münasebeti ile seçtiğimiz öncelikli tartışma konusu, Türklüğün inisiyatifi ele geçirmesi değil, İran aydınının tezi olan "İslam Medeniyetini Yeniden İnşa"da Güney Azerbaycan Türklüğüne sağlanacak bazı imkanlarla, İran'ın İslam adına belirlediğini açıkladığı hedefine daha rahat ulaşacağı hususudur. Bu gerçeğe, İran aydınının anılan hedefe varmak için, (Türkiye aydını ile işbirliği yapma arzusu itibariyle) Türkiye'nin yapacağı tercihi de eklenilmelidir.
Başka bir ifadeyle, İslam'ın selameti gerekçesi ile yola çıkan bir zihniyet aydınlarının açıklamalarına göre, bu yolculukta Türkiye'yi de yanında görmek istemektedir. Biz ise; bize yapılmış olan tekliften hareketle Güney Azerbaycan'ın bu yolculuk da özel önem arzeden potansiyelinden söz etmek istiyoruz.
Tarihi gelişimi anlatarak konunun dışına çıkmadan, Güney Azerbaycan'ı kısaca hatırlayalım. Güney Azerbaycan; kuzey-güney doğrultusunda, 15/6 ve 36/2 kuzey enlemleri, Batı-doğu doğrultusunda ise 63/4 ve 68/5 doğu boylamları arasındadır. Yani; kuzeyde Samur Nehri, güneyde Bahre Dağına, doğuda Hazar Denizinden, batıda Urmiye Gölü arasındaki coğrafi alandadır. Aras Nehri, Birleşik Azerbaycan'ı Kuzey ve Güney olarak ikiye ayırır. Kuzey Azerbaycan'ın yüzölçümü 87.000 km² ve nüfusu 9 milyon iken, Güney Azerbaycan'ın yüzölçümü 133.000 km² ve nüfusu ise 30 milyon civarındadır.
İran ve Türkiye İslam'ının meselelerini çözümlemek üzere, (İran aydınlarının tercihine göre) işbirliğine gireceklerse, iki farklı mezhebin dayanışmasının önündeki engeller bir yana, Güney Azerbaycanlı Türk unsurun, anılan işbirliğinin ihalesi itibariyle fonksiyonu konusunda neler söylenebilir. Anılan dayanışma tasarısının önündeki işlemler nelerdir?
Bize göre bunlar;
1. Dokümanların derlenilmesi, incelenmeleri ve istifade edilebilecek haline getirilmeleri,
2. Dokümanların eğitim malzemesi haline getirilmeleri,
3. Bu malzemeden yaygın iletişim araçlarında yararlanılabilmesidir.
Bu üç safhada da, İran ile Türkiye'nin dil ve alfabe farklılıkları önem arzetmektedir.
Türkiye'deki dini muhtevalı Osmanlı arşiv belgelerinin hurufatı Arap Fars ve Osmanlı alfabesi iledir. Türkiye'de bu kaynaklardan istifade için özel eğitim gerekmektedir. Türkiye'nin mevcut uzmanları bu iki dilden bir veya ikisini bilmekte ve doğal olarak bu hurufatı tanımaktadır. Ancak bu diller ve anılan harfler Türkiye'de eğitim dili ve alfabesi değillerdir. Sadece orta dereceli okulların bir kısmında Kur'an dili müfredat kapsamındadır.
İran, Farsça'yı alfabesi ile birlikte resmi dil olarak almıştır. Eğitim tek dille yapılmaktadır. Anadili Türkçe olan İran'daki Güney Azerbaycan Türklerinin de, bu dil (Farsça) ve alfabe ile yapılmaktadır. Görüştüğümüz İran aydını, İslam kaynaklarına Türk halkının inemeyişini, Türkiye'de yapılmış olan harf ve dil inkılabı ile esef ederek izah etmektedirler. Tesisi tasarlanan İslam medeniyeti için İran aydınına göre, halkın da İslam kaynaklarına ulaşabilmesi zaruri görülmektedir.
Bu noktada iki ülke arasında dil ve alfabe gibi kültürel hayatta fevkalade önem arzeden, iki temel tercih tamamen farklı ise, İran'ın Kum zihniyetli Fars ve Güney Azerbaycanlı aynı zihniyetten Türk aydınının önerdiği, İslam medeniyetinin yeniden ihyası için dayanışması nasıl olacaktır?
Böylesi bir hedef ve bu hedef için dayanışma şüphesiz benim ve bu tebliğin meselesi değildir. Ancak bir araştırmacı, seçildiği anlaşılan böyle bir hedefin teklifi ile karşılaşmış ise, Güney Azerbaycan Türklüğünün hedefe götürücü fonksiyonu tartışma dışında tutulamaz.
Buradan hareketle meselenin irdelenmesine geçilebilir. İran'da ve bu arada Güney Azerbaycan'da eğitim gören her İranlı (Fars, Türk ve diğerleri) batı dillerini (Almanca, Fransızca ve İngilizce)'yi öğrenirken Latin harfli alfabelerle tanışmış olmaktadır. Hal bu olunca günümüz Türkiye'sinde kullanılan Latin alfabesi menşeli Türk alfabesi ile, Güney Azerbaycanlı Türkü tanıştırmak zor olmayacaktır.
Tebris ağırlıklı olmak üzere, Güney Azerbaycan'da Fars hurufatıyla sınırlı da olsa, Türkçe yayın yapılabilmektedir. Yani anadili doğal olarak Türkçe olan resmi eğitimi Türkçe olmasa da Fars harfli Türkçe yayını tanıyan yörenin Türkünün önündeki engel, alfabe engeldir. Bu noktada, Türkiye'de son yüzyılda üretilen İslam medeniyet ve kültürü muhtevalı kaynaklara Güney Azerbaycan okur ve araştırmacısının ulaşması isteniyor ise, İslam kültür ve medeniyeti adına, İran yönetimi bunu yapabilir. Güney Azerbaycan Türklüğü bu köprüyü kurabilmek için doğal şartlara sahiptir. İran halkının yaklaşık yarısı Türkçe'yi biliyor ise, Türkiye'de anadili Farsça olan bir halk da yok ise, halkın kültür düzeyinin yükseltilmesinin medeniyetin tesisindeki önemine inanılıyor ise, bu yapılabilmelidir. Böylece şu anda İran kütüphaneleri ve dokümantasyon merkezlerinde bulunmayan ve 100 yıldan beri Türkiye'de üretilen İslam kültür ve medeniyeti muhtevalı olan eserler, bölgenin gelecekteki kültürel görünümüne hizmet edebilecektir. İnternet kanalı ile Türkiye'deki bilgi birikiminden istifade etmek isteğinde bulunan İran'a bu imkan sağlanılmış olacaktır. İran'ın eğitim diline Türkçe gibi bu sahanın kaynak dillerinden birisi daha rahatlıkla katılabilecektir.
Kısaca, Güney Azerbaycan'daki tabii potansiyel, İran aydınının üzerinde durduğu anılan hedefi için, ihmal edilemeyecek tarihi bir kaynaktır. Cumhuriyet Türkiye'sinden evvel Osmanlı Türkçe'si ile üretilmiş kaynak eserlere ulaşılabilmesi itibariyle de İran aydınının eski ve yeni Türkçe'yi eğitim programına alarak öğrenmesi önem arz etmektedir.
Ayrıca, Türk-Latin alfabesinin İran'da ikinci yazı aracı olarak seçilebilmesi, bu alfabenin yüzde 100'e yakın İslam olan, Türk Dünyası'nda da seçilmiş olması itibariyle de, İslam medeniyeti hedefi için özel ehemmiyet taşır.
İran'da İran İslam Devrimi'nin kendisini onarması, uygulanabilirliğini sağlaması ihracının temini iç ve dış politikada etkin olabilmesi için bir kısım müesseseler kurmuştur. Bunlar büyük ölçüde Kum merkezle Ehl-i Beyt kuruluşlarından kaynak almaktadırlar. Bu kuruluşlar İran İslam Devriminden evvel de vardı. İran'da rejim değişse de varlıklarını sürdürmeye devam edeceklerdir. İçinde bulunulan dönemde Tahran yönetiminin karakteri ile Kum yönetiminin hedefleri arasında ayrılık vardır.
Bu kuruluşlar Şianın karizmatik imam hiyerarşisi etrafında Şia'daki İmam'ın ilahi yetkilerine "İmam günah işlemez" sahip, radikalleşmiş, toplumun büyük kesimine hitap edebilen bir güçtürler. Gelirlerini Şia halkın gelirinin yüzde 20'sini oluşturan humustan sağlamaktadırlar. Bu kuruluşları besleyen kaynaklar, bu kuruluşlarda uzman olarak istihdam edilen personel nispetleri oranında da Güney Azerbaycan'ın Türk halkı ve aydınıdır.
Bunlardan;
Ehl-i Beyt Kültürünü Yaşatma Müessesesi
Bu kuruluşun 30-40 yıllık bir mazisi vardır. Merkezi Irak'tadır. 5-6 Şii halklı ülkede temsilcilikleri ve bu temsilciliklere bağlı şubeleri vardır. Amaçları; Ehl-i Beyt Kültürünü araştırmak, dokümante etmek, ihtilaflarını çözmek, günün şartlarına uyarlamak, bu maksatla kadro oluşturmak, üretilecek dokümanları her yaşta ve kültür seviyesinde okuyucuya ulaştırmak, bu maksatla bağlı araştırma kurumları kurmak, ilgili kuruluşlarla işbirliği yapmak, bu amaçla sempozyum, seminer gibi faaliyetlere iştirak etmek olarak tanımlamakta ve uygulamaktadır. Ehl-i Beyt Kültürünü Yaşatma müessesesine bağlı 6 kuruluş vardır.
Bu kuruluşun da amaç, hedef ve her seviyesindeki mensupları, aynı zamanda güney Azerbaycan'ın Türk halkıdır.
Türkiye'de bu tür hedeflere varmayı amaçlamış, müesseseleşmiş, kadrosu, mevzuatı, daimi geliri, dokümantasyon merkezi olan kuruluşlar yoktur.
İslamiyet İçi Mezheplerarası Dialog Merkezi
Merkezi Tahran'da olan bu kuruluşun İran'ın muhtelif bölgelerinde bu arada halkı Türk olan Güney Azerbaycan'da şubeleri var. Belirlediği ve içlerinde Şii, Vehhabi ve Sünni mezheplerin de bulunduğu 8 mezhebin İslami kaynaklar itibariyle araştırılıp dokümante edilmesini amaçlamıştır. Kuruluş, bu mezhepleri ve bunların dışında kalan İslami kesimlerin sorunlarını inceliyor. Bu maksatla uzmanlıklar, arşiv ve yayın hizmetleri veriyor. İlgili uluslar arası toplantılara iştirak etmektedir. Türkiye açısından önemi, muhtemel işbirliği halinde, Türkiye Cumhuriyeti Şiiliği resme muhatap kabul etmiş olacaktır.
KUM Medrese Havzası
Burası, ilkokul evvelinden başlanılarak lisans üstü çalışmaların da yapılabildiği Şii dünyanın her kesiminden talebelere 10.000'lere yüksek tahsili istihdam eden 600.000 öğrenciye burs verebilirken, bağlı imamlarına da maaş veren geniş sosyal tesisleri ile Şii dini eğitim veren bir merkezdir. Karizmatik hiyerarşisini imamedden, harcamalarını ise humus gelirinden karşılamaktadır. Diğer taraftan İran İlahiyat Fakültesi ile ihtilafları vardır. İmamet hiyerarşisinin her safhasında İran'ın Şii inançlı Türkleri de vardır. Burası, diğer benzeri Yüksek eğitim kurumları gibi, Türkiye'den gençlere de açıktır.
Türkiye'de İslam'ın sadece bir mezhebini inceleyen ve o evsafta eğitim veren, ayrıca kuruluşu da bu tarz olan bir eğitim şehri yoktur. Ancak, Türk İlahiyat Fakülteleri ve İslam İmam Hatip okullarında da Şiilik, ihtisas alanı olarak okutulmaz ve Şii din adamı yetiştirilmez.
Mikser Tipi Üniversite
Bu tür üniversiteler, İran İslam Devriminden sonra kurulmuştur. Devrimle birlikte İran'daki batı tipi üniversiteler kapatılıp, Kum'un medrese tipi kuruluşlarına öncelik verilmek istenilmiştir. Amaç, İslami İlimlerin, her türlü ilmi araştırma ihtiyacına cevap verebileceğini göstermekti. Bu arayışın (uygulamanın) duyulan ihtiyacı karşılayamayacağının anlaşılması üzerine, eski ve yeni üniversite tipi bir alanda uygulamaya konulmuştur. Bu kuruluş, bir taraftan yayın ve eğitim yaparken, diğer taraftan, mezunlarının başarısını takip etmekte, yenilikler aramaktadır. Rejimi, ihate etmek maksatlı bu tür bir kuruluş, Türkiye Cumhuriyetinde yoktur. YÖK belirtilen son hususu dolaylı yapmaktadır.
Maraşi Araştırma ve Dokümantasyon Merkezi
Bu merkez, imamet kültürünü araştırmak, dokümante etmek ve yaymak için kurulmuş geniş imkanları olan aktif bir kuruluştur. İmam Rıza Araştırma ve Dokümantasyon Merkezi'nin bir benzeridir. Türkiye Cumhuriyetindeki Milli Kütüphane bu kuruluşun bazı fonksiyonlarını yapmaktadır.
Sonuç olarak denilebilir ki; amaç, İslam kültürüne hizmet gibi, mahiyetinde milli kimlikler öncelik kazanmamış hususlardaki çalışmalar da olsa, ortak çalışmalarda milli kimlikler tamamen gözardı edilmemelidir. Milli kimlikleri, İslam'ın reddettiği "kavmiyetçilik" anlamında algılanmadan, milliyetlerin mevcudiyetleri gerçeği kabul görmelidir. Milliyet motifinden istifade edilerek bölgeler, İslamiyet'e ve insanlığa daha fazla hizmet edilebilir. Güney Azerbaycan Türklüğünün Özel gerçeklerinin gözönünde tutulması, İran aydınının tesisini düşlediği İslam Medeniyeti ve küreselleşen dünyamız itibariyle hayati önem arzetmektedir.
Güney Azerbaycan Türklüğünün dini meseleleri ile ilgilenen Türkiye Türklerinin de dikkatlerinden kaçan bir husus vardır. Güney Azerbaycan halkı Türk olduğu kadar da Müslümanlığın Caferi inancındandırlar. Caferiliğin inanç esaslarını, müesseselerini, halk ile kuruluşlar arası ilişkiyi incelemeden, Güney Azerbaycan Türklüğü hakkında sağlıklı açıklama yapılamaz. Türkiye'den aydınlar, geçmişe ve günümüze ait bir takım istatistiki verileri, Türklük adına sahiplenirken, O; şahıs, hanedan, coğrafi alan ve bu alanda yaşayan insan varlığına Caferilik adına sahip çıkanların mevcudiyetleri de unutulmamalıdır.
0 Comments:
Post a Comment
Subscribe to Post Comments [Atom]
<< Home